Büyük şair Nazım Hikmet Ran, Paris’te karısı Vera için yazmış olduğu Saman Sarısı şiirinin son mısraında dostu Abidin Dino`ya “sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin” diye soruyor, Abidin Dino ressam olmasına rağmen Mutluluğun Resmi adlı şiiri ile verdiği cevabının son mısraını, “Buna da ne tual yeterdi; Ne boya…” diyerek bitiriyordu.
Günlük hayatımızda, Nazım’ın sorusuna Dino’nun verdiği cevapta boyanın ve tualin yetmeyeceği kadar, etrafındakileri mutlu etmek için birçok fırsatların olduğunu bilsek de yaşadığımız dünyanın kim olduğumuzu irademiz dışında beynimize kazımadan önce, kim olduğumuzu hatırlayamadığımız için (kuklacının müsaadesi olmadığından) mutluluğumuzu, başkalarının başarısızlıkları, mağlubiyetleri, mutsuzlukları üzerine kurduğumuz gibi etrafımızı mutsuz etmek için gereksiz çaba içine giriyoruz.
Buna sebep insan olarak bizlerin, kıskanma duygusu ile aşağılık kompleksine kapılarak hırçınlaşmamız, çevremizdekilerin hata yaptıklarında duydukları üzüntülerine, biz de üzülüyormuş gibi (Sureti haktan) görünüp, içimizden sevinerek kendimize mutluluk payı çıkartmamızdır.
İçinizden itiraz edenler olacaktır… Ben hiç de öyle değilim, herkesin iyiliğini mutluluğunu istiyorum diyeceksiniz. Burada yazacağım basit birkaç örnekle kendi kendinizi imtihan edin.
Komşunuz yeni araba veya eşya aldığında, geliri daha fazla olan yani bir işe başladığında, çocukları okullarında sizinkilerde daha iyi durumda olduklarında (örnekleri çoğaltabiliriz),
Siz ne kadar mutlu oluyorsunuz!!!
Günümüz insanı mutlu olmayı sadece maddiyatla, başarılı olmakla, meşhur olmakla eş tuttuğundan “etrafımızda gördüğümüz ilişkiler çirkin, dinlediklerimiz kulaklarımızı tırmalayan kaba sözler, yediklerimiz haram bulaşmış tatsız tuzsuz acı ve tokalaştığımız dost sandığımız eller ruhsuz soğuk taş gibi kaskatı” olarak karşımıza çıkıyor.
Günümüz insanı, daha fazla maddiyat, meşhur olmak, kendince başarılı olmak için uygunsuz da olsa, (utanmazsan dilediğini yap diyeceğim) şahsi ikballeri için diledikleri gibi hareket etmekte herhangi bir beis görmezler.
Bunun böyle olmadığı yalanını kendimize söyleyerek hem kendimize hem de etrafımıza acı çektirdiğimizin farkına varmamızı geciktiriyoruz. Peki acı nedir ve insan neden yalan söyleyerek gerçek mutluluğa sahip olmayı geciktiriyor diyerek kendi kendimize sorgulama cesaretini gösteriyor muyuz!!!.
Gerçek acı, insanın kimseyle paylaşamayacağı kadar kendi içinde yaşadığı duyguların günlük hayatına yansıttığı olumsuzluklardır ki bunu örtmek sanki mutluymuş gibi görünmek için gerçek dışı (yalan söyleme gereği duyarak) beyanlarda bulunarak mutsuzluğunu, başarısızlığını gizlemeye çalışırlar (Örnek vermek gerekirse günümüzdeki, birden yıldız olanlar, sözde medyatik sanatkârlar, dış desteğe umut bağlamış başarısız politikacılar).
Gelin el ele vererek acılarımızı, olumsuzlukları, kötülükleri, omuzlarımızdaki yükün ağırlığını paylaşarak günlerimizin daha huzurlu geçmesine katkıda bulunalım ki, huzurlu gecen günlerde paylaşacağımız mutluluğumuzla hayatımız daha da güzelleşsin.
Geç olmadan daha mutlu günlerimizin olması için riyadan, yalandan, iftiradan, misyonerlerden, kerameti kendinden menkul akıl hocalarından, şeyhlerden, işgal günleri artıkları olan yerli işbirlikçilerden uzak duralım.
Geleceğini hiç aklımıza getirmiyorduk ki, bir gün çıka geldi ölüm.!!!