Güneşli bir hafta sonu oturduğum bankta kitap okumaya ara vermiş, kuşların ahenk içinde uçuşlarını seyredip ötüşlerini dalgın bir şekilde dinliyordum. Yanımdaki banka oturan genç bir çiftin selamı ile dalgınlığım gitti, selamlarına cevap verip elimdeki kitabi okumaya devam ettim.
İstemeden de olsa gençler arasında geçen konuşmaya kulak misafiri oldum (biraz davetsiz bir misafirlik olduğunu kabul etmem gerekir, zira özel bir konu idi). Delikanlı kız arkadaşına gelecekteki beraberliklerini nereye taşımak istediğini, bu konu hakkında kız arkadaşının ve ailesinin ne düşündüğünü soruyordu.
Kulak misafiri olduğum konuşmada genç kızın vermiş olduğu egosu yüksek cevaplar kızın ve kız ailesinin, erkek ve erkeğin ailesi arasında maddiyat (yüksek gelir) ağırlıklı, güven, bilgelik, tevazu, haddini bilme ve hayatı anlama konusunda kapanmayacak mesafelerin olduğunu müşahede etmem çok zor olmadı.
Acaba kızın ait olduğu ailenin yüksek gelir durumu ve sosyal sınıfı mı böyle bir egoyu oluşturmuştu, yoksa karakterin ortaya çıkardığı bir ego muydu?
Konuşmasında dünyanın kendisi etrafında döndüğünü zanneden kıza delikanlının verdiği cevap, ilişkinin olumlu yönde bitmemesini gösterse de hiç kimsenin vazgeçilmez olmadığının en güzel örneklerinden biriydi.
Bugün toplumun genel olarak kabul ettiği var sayılan; evlilik birliğinin huzur içinde sağlıklı nesiller yetiştirerek devam etmesinin tek ve hiç vazgeçilmeyen şartı olarak neden yüksek gelir seviyesi yer alır!
Biraz derinlemesine düşündüğümüz zaman, bunun aslında çok öncelikli olmadığını, erkeğin kadına kadının erkeğe güvenmesinin, erkeğin iyi bir koca, baba kadının iyi bir anne olmasının, erkeğin ve kadının (kadının bilgi ve kültür seviyesi ne kadar yüksek olursa, yetişen çocuklar o derece bilgili ve kültürlü olur) içinde yaşadıkları topluma ait olan bilgi ve kültüre sahip olmaları toplumun çekirdeği olan ailenin en önemli önceliğinin olması gerektiğini anlarız.
Güven müessesinin olmadığı, kendilerinde var olanların farkına varmadan, bize yakışana değil de başkalarında olanlara hayranlıkla bakan, bilgelikten uzak, tevazu göstermeden, etrafına şuursuzca saldırarak kendisine yabancılaşan fertlerden oluşan toplumda sağlam temeller üzerine kurulmayan beraberliklerin kısa bir süre sonra, hoş olmayan şekilde bozulduğunu, bu birlikten olan genç neslin sağlıklı gelişmediğini çaresizlik ve üzüntü içinde gözlemleriz.
Çaresizliğimizi gidermenin öncelikli yolu; İnsan önce kendini tanımalı ve hayatın kendisine bahşettiği güzellikleri haddini ve sorumluluklarını bilerek, egosuna teslim olmadan, iki günün eşit olmadığı bir hayat içinde başkalarına ait olanlara el uzatmadan çıkar ilişkisine dayalı olmayan ve hiç bir karşılık beklemeden yardım ederek, insanları bulundukları mevki, mertebe ve sahip oldukları maddi zenginliklerle değerlendirmeden, (insan kalitesi sahip olduğu ruhu ile ilgilidir, sahip olduğu mal, para ve yaşam şartları kalitesini göstermez) erdem sahibi olan her insanın yaptığı gibi; karşısındakinin yaşam hakkına saygı duymalı.
Aile ve toplumsal hayatta bizleri olumsuz etkileyen, Güvensizlik, Haset, Cahillik, Aç gözlülük, Hadsizlik Kıskançlık, Tembellik, vs., gibi olumsuz kelimeleri ve bunların anlamlarını günlük hayatımızdan mümkün olduğunca çıkarıp, bunların tersini hayatımızın her anında uyguladığımızda, egolarımızdan arınmış sağlam karakterli insanların beraberce yaşadığı dünyanın güzelliklerinin çoğaldığını göreceğiz.
İnsanın hayatı zorlanmadan yaşaması için şu cümleyi akıldan çıkarmaması gerekli diye telakki ediyorum
Her şeyi bilmene gerek yok, haddini bil yeter.