Okumakta olduğum kitabın arasına işaret kâğıdını yerleştirip kapattıktan sonra, teknolojinin gelişmişliğinden faydalananlardan biri olarak (insanları hareketsizliğe ve tembelliğe ittiğini düşünmeden…) TV uzaktan kumandasını sehpadan alıp, ülkemde ve dünyada nelerin olduğunu öğrenmek için çalıştırma düğmesine bastım. Koltukta geriye yaslanıp uydu üzerinden yayın yapan, sayısının kaç tane olduğunu bilemediğim!!! yerel ve ulusal kanalların birinde haber saatinde sunacakları haberleri izlemeye başladım…
İlk dikkatimi çeken haber öncesi özetlerdeki içerik harici, yüksek perdeden ve son dakika söylemi ile insanı rahatsız eden sunum oldu. Habere geçildiğinde ise tam anlamıyla, TV karşısında haber almak için bekleyen insanların akıllarıyla alay edercesine, haber yerine, olayla ilgili haberi aktarması gereken, değerli (!) haber sunucusunun şahsi ve kanalın fikirlerini insanlara kabul ettirmek için yüzündeki kasları oynatarak çeşitli şekillere soktuğu yüz ifadesi ve ses tonunu bazen bir emir verir bazen acındırır gibi konuşması oldu.
Elimdeki kumandanın kanalları ileri geri hareket ettiren düğmesine basıp diğer kanallardaki haberleri izlerim düşüncesi ile kanallar arasında yüz metre koşucunun hızı ile dolaşırken, müşahede ettim ki, hiçbirinin birbirinden farkı yok!!! ve her biri kendi doğruları çizgisinde haberleri yorumluyor, magazinleştiriyor ve insanın aklı ile alay edercesine, insanları dünyadaki ve ülkedeki olaylardan haberdar ettiklerini düşünüyorlar…
Haberlerin sonuna doğru, sunulan çeşitli konular ile ilgili yapılan sokak araştırmasında.
Şehrin kalabalık meydanında araştırmayı yapanın insanlara mikrofonu uzatıp; Boş zamanlarınızı nasıl değerlendirirsiniz? diye sorduğunda, yürürken bile elindeki telefonuyla meşgul olan, etrafı seyrederek gezenler genellikle, ben boş zamanlarımda diye başlayan ve hep aynı basmakalıp cümlelerle soruyu cevaplamaya çalışırken, çevrede yer alan bazıları kameranın çekim alanına girmek için itişerek el sallıyorlardı.
Sorulan soruyu verilen cevapları üzüntü ve hayret içerisinde izledim…
Anlayamadığım konu; boş zaman, nasıl olur da bir insanın hayatında boş zamanı olurdu ve insan nasıl olur da dakikası, saniyesi bile değerli olan zamanına boş derdi (Dakika ve Saniye nedir diyenlere tavsiyem: imtihana bir dakika geciktiğinde giremeyen, uçağı, treni dakika farkı ile kaçıran, katıldığı yarışı saniye, hatta saniyeden daha az bir zaman farkı ile kaybeden bir atlete sorsunlar).
Belli bir zaman aralığında varlığımızı sürdürdüğümüz dünya üzerindeki her anımızı hayatımızı kaliteli ve hesaplı harcamakla hayatımızı güzelleştireceğimiz ve kendimize ihanet etmemiş olacağımızın farkına varmamız çok zor olmasa gerek. İnsanların boş vakitleri yoktur; sadece iyi hesaplanmadan kullanılan zamanları vardır. Dün geçmişte kaldı, yarının ne olacağını bilmiyoruz; o halde bugünü kendimize ve dolayısıyla çevremize ne kadar faydalı kullanırız diye düşünerek yaşarsak hem kendimize hem de insanlığa faydalı olur diyelim.
Şunu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım: Hayat sermayesi kısıtlı ve bu sermayeden harcadıklarımızı tekrar yerine koyma imkânımız yok…