Gece aralıksız yağan kar, babaannemin başını örttüğü beyaz yemenisi misali çevreyi masumiyetin simgesi olan lekesiz beyazlığa bürümüştü, kar yağışı durmuş güneş sıcaklığının ihtişamı ile gece çift haneli ekside olan havayı karda yürümenin zevkini çıkaracak duruma getirmişti. Fırsat bu fırsat diyerek dışarı çıktım, patika yolda henüz daha üzerine basılmamış karda attığım her adımda çıkan sesle birlikte etrafta bulunan ağaçların dallarını kardeşçe paylasan kuşlarının ötüşlerinin ahenk içinde oluşturduğu tabiat orkestrasının en güzel parçaları ruhumun derinliklerindeki karanlık odaların kapılarını açarak huzurun içeri girmesine vesile oluyordu.
Gece yağan kar yer yer dizlerime gelecek kadar yağmış adım atmakta beni zorlasa da bu ihtişamlı ve huzur dolu tabiatın içinde, temiz havayı ciğerlerimin en ücra kösesine gidecek şekilde soluyor ve (Yumurtlayan tavukları yumurtadan kesecek sesimle) kuşları ürkütmeden mırıldanarak söylediğim şarkı eşliğinde, düşüncelerden arınmış zamanın güzelliğinin hiçbir anını kaçırmadan yürüyordum. Ta ki; sesini kısmayı unuttuğum bizim her an nerede olduğumuzu kontrol eden yerli yersiz kullandığımız cep telefonumdaki sosyal medya sayfalarına peş peşe gelen; çoğu lüzumsuz bildirimlerin kulak tırmalayan sesleriyle güzelliklerden uzaklaştım.
Sosyal medyanın şu veya bu şekilde yoğun kullanılmasının; gelişmenin bizler için sunduğu nimetlerden, onları hayatımızı daha sağlıklı ve verimli bir şekilde sürdürmek için faydalanmak akıllı olan her insanın yapacağı iştir diye düşünerek telefonuma 20’den fazla kişiden gelen bildirimleri okumaya başladım ve gördüm ki bunların tamamına yakını aynı bildirimi kopyalayarak başkalarına iletilmiş video ya da makaleler.
Yolun kenarındaki bankın üzerindeki birikmiş karı temizleyip oturdum. İnsanımızın neden akletmek yerine nakletmeyi seçtiğini, pandemi döneminin buna ne kadar etkisi olduğunu düşünürken; pandemi öncesinde de erkeklerimizin kahvehanelerde, bir araya geldiğinde, kadınlarımızın altın günlerinde, toplumsal konular üzerinde kendi fikirlerini sunmak yerine, birilerinin söylediklerinin veya yazdıklarının hiç birini aklın süzgecinden geçirmeden, araştırma yapmadan konu ile ilgili bilgi sahibi olmadan (Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmaz-Uğur Mumcu) hele de, söylenenler ve yazılanlar sevmedikleri ya da aynı şeylerden hoşlanmadıkları biri veya birileri ile ilgili ise olayı (TV reklamında çok hoşuma giden bir replik vardı “Ağzı olan konuşuyor”) ballandıra ballandıra, bire bin katarak, misli misli, bazen de içinde sinkafli sözcükler kullanılan cümlelerle naklettiklerini hatırladım.
Halbuki atalarımız “Biliyorsan konuş alim sansınlar bilmiyorsan sus adam sansınlar” diyerek nasıl davranmamız gerektiğini anlatmışlar.
(Bir anda aklıma geldi, sizin aşağıdaki konularla ilgili bilgilerinizle benim de fikir sahibi olmama yardımcı olacağınızı düşünerek, sormak istiyorum; acaba bizde ne kadar çok futbol hakemi, teknik direktör, ne kadar savcı, hakim, ne kadar ekonomist var ve TV’de ünlü diye tabir edilen kişilerin ilişkileri seviyeli olurken, mahalledeki komşu kızımızın ilişkisi neden namussuzca oluyor? Unutmamamız gereken (un ve su hep hamur olur)
Yaradan; İnsanı dünyadaki yaratıkların en mükemmeli ve en akıllısı olarak yaratmış (Bunun böyle olmadığını iddia edenler olabilir) ve ilave olarak her sağlıklı akıl sahibi insana Fikir (Düşünme) özelliğini bahşetmiş. O halde yapmamız gerekenin; her duyduğumuza, gördüğümüze, okuduğumuza, körü körüne inanmak yerine, aklımızı kullanarak zaman ayırıp araştırmak düşünmek konu ile ilgili bilgi sahibi olmak ve kendimize ait fikrimizi beyan etmek olmalı ki; aklını kullanan, ön yargısız ilim ve bilim ışığında aydınlanmış fert olalım böylece kendimizi ipleri başkasının elinde olan birer kukla olmaktan kurtaralım.
Unutmayalım ki; kuklacılar eskiyen kuklalarını değiştirmekte hiç tereddüt etmezler, eski kuklaları bir kenara atar yenileri ile sahnede yer alırlar.
Peki biz ne olmak istiyoruz; akleden mi, nakleden mi!!! Karar sizin