Annem bizim eve geldiğinde, onu ağırlamaktan büyük keyif duyardım. Yemek bitip kahve içildikten sonra klasik hareketini yapar, şöyle kendini koltuğun önüne doğru kaydırır ve kalkma pozisyonu alarak “hadi ben gideyim…” derdi.
Israrla “Anneciğim bu gece kal burada.” dediğimde de, cevap hep aynıydı; “Yok oğlum kalmayayım. İnan yatağımı ve yastığımı çok arıyorum.” Duyan da, annemin 8 saat aralıksız uyuduğunu sanırdı. Oysa gerçek hiç te öyle değildi. Yaşlandıkça uyku düzeninde bozulmalar olduğu, geceyi 4-5 saat uykuyla geçirdiğini biliyordum.
Bazı kişilerin az uykuyla yetindiğine dair bilgi verilse de, bunun bir hurafe olduğu ispatlandı. Az uyumanın kalıcı bir kayıp olduğu, hafta içi 6 saat uyuyanların, hafta sonlarında uyuyarak kayıplarını telafi edemediği biliniyor. En azından ben kendimden biliyorum. İş günlerinde eksik uyumuşsam, öğleden sonra bir performans düşüklüğü başlıyor ki sormayın gitsin.
Nedense uykum bölünüp, tekrar uyumak istediğimde; vücudumuzun en korunaklı organı, beynim ve onun ayrılmaz parçası zihnim öylesine çalışmaya başlıyor ki, bir daha uykuya girmek imkânsız oluyor. Nasıl oluyor bilmiyorum… Ama ne kadar arka plana atılmış yaşanmışlıklar varsa, hepsi ortaya çıkıyor.
Bazen çocukluk anılarım önüme gelirken, bazen de bir gün önce yaşanmış olay aklımı meşgul edebiliyor. Biliyoruz ki, beyin muhtelif duyguları (sevinç, hüzün, dehşet, korku vs.) yoğunlaştırıyor ve yaşamımız boyunca arka planda hapsederek saklı tutuyor. Mesela ilkokul öğretmeninin adını hatırlamak istediğinde, o bilgi tozlu raflardan hemen çıkıp önüne geliveriyor.
Beyin ve zihin için “ayrılmaz” derken, tabii beyin bedensel bir organ. Ancak soyut olarak zihin de; beyin içi hücrelerin ortaya çıkardığı eylemliliktir. Tıp dünyası beyin ile ilgili çalışmalarını yürütüyor olsa da, hala çözülmeyen veya bilinmeyenler devam ediyor. Ancak bazı eski bilgilerin çürüdüğü, yerine yeni bilgiler geldiğini de öğreniyoruz.
Yaratanın kusursuzca oluşturduğu muhteşem eserlerinden biri olan beyin için hücreleri her gün ölüyor gibi bir bilgi vardı. Yapılan araştırmalarda; günde ortalama 85.000 nöron kaybedildiği, var olan 40 milyar nöron için bunun önemli olmadığı ortaya çıkarılmış. Bu hızla gittiğinde beyin nöronlarının yarısını 600 yılda kaybedebilirmişiz.
Araştırmacı P.Coleman; beyin sinir hücrelerinin 20 yaş ile 70 yaş arasında pek değişim göstermediğini söylüyor. Asıl önemli olan, bizler yaşlandıkça beynin hafızayla ve öğrenmeyle ilgili temel bölgelerinin yenilenerek üreyen sinir hücreleriyle donandığı ve üretmeye devam ettiği görülmüş.
Bu sinir hücreleri yenilenme işleminin oluşabilmesi için de, zihinsel uyarıcı aktivitelere ihtiyaç olduğunu söylemeden geçmeyeyim. Kitap okumak veya sosyal yaşamın içinde olmak bunlardan biri olsa da, Su Doku çözmenin yararları konusunda uzmanların tavsiyesi olduğunu duymuştum.
Yaşlanan insanların uzun yaşama isteklerinin gerçekleşmesi için, fiziksel egzersizler ile birlikte pozitif yönde değiştirecekleri yaşam tarzlarının etkili olacağı, uzmanlar tarafından gündeme getirilmekte. Çok az insan 100 yaşına girecek olsa da, büyük çoğunluk 80-90 yaş arasını yaşama şansı bulacaktır.
Uyku konusu ile başladığım yazımın, sanıldığının aksine %10’unu değil tamamını kullandığımız “beynimizin özelliklerine” gelmesini yadırgamayın lütfen. Anlatmakla bitmeyecek kadar özel bu organın, vücudumuzun en yağlı organı olduğunu ve 25 watt’lık bir ampulü aydınlatacak kadar elektrik gücüne sahip olduğunu da sizlerle paylaşmalıyım.
Pandemi nedeniyle evlere kapandığımız bu dönemde, vücut ve akıl sağlığımız için gerekli uyarıları dikkate alarak ve uygulayarak sağlıklı, huzur ve mutluluk dolu günler geçirmenizi diliyorum.