“Hatt-ı müdafaa yoktur. Sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır.”
Tarihler 13 Ekim 1921’i gösterirken, Sovyet Rusya-Ermeni ve Gürcü sorunu Kars antlaşması ile çözülmüş ve hudutlar belirlenmişti. Tam 7 gün sonra Ankara antlaşması ile Türk – Fransız savaşının bitişinin, Hatay hariç diğer şehirlerimizi topraklarımıza katmanın sevinci yaşanıyordu.
1922 yılının Mart ayında İtilaf devletlerinden gelen teklif, bir anlamda Osmanlı hükümetine imzalattırılmış Sevr’in bir başka versiyonu gibiydi. Ankara hükümeti için düş kırıklığı yaratan bu teklifle barış sağlanmayacak ve söz yine silahların olacaktı.
Söz silahların olunca, o silahları kullanacak ekipleri yönetecek kadroyu saymazsak olmaz tabii…
Başkomutan Müşir (Mareşal) Mustafa Kemal (Atatürk), Genel Kurmay Başkanı Birinci Ferik (Korgeneral) Mustafa Fevzi (Çakmak), Batı Cephesi Komutanı Mirliva (Tuğgeneral) Mustafa İsmet (İnönü) ile birlikte yönetici kadro şöyleydi;
Mirliva Fahrettin (Altay), Mirliva Yakup Şevki (Subaşı), Mirliva Nurettin İbrahim (Konyar), Mirliva Kazım (İnanç), Miralay (Albay) Asım (Gündüz), Miralay İzzettin (Çalışlar), Miralay Ali Hikmet (Ayerdem), Miralay Şükrü Naili (Gökberk), Miralay Kemalettin Sami (Gökçen), Miralay Halit (Karsıalan).
1922’nin Ağustos ayında, Kurtuluş savaşının en stratejik hamlesi kurgulanıyor, Batı cephesi ve ast birliklerin yapacağı taarruz; Harita Dairesinin üstün gayretiyle hazırlanmış topoğrafik haritalar üzerinde planlanıyordu.
Düşman güneyden kuşatılarak, İzmir ile bağı kesilecek ve geri çekilmesine imkân vermeden imha edilmesine karar verildi. Bu planın başarısı bazı koşullara bağlı idi. En önemlisi yapılacak taarruzdan Yunan ordusunun haberdar olmamasıydı. Baskın ve kesintisiz kuvvetli saldırı yapılması gerekiyordu. Planın bazı hassas tarafları vardı ve Büyük zaferler, büyük riskleri göze almadan kazanılmazdı...
Makineli tüfek, Top, Uçak ve motorlu araç yönünden Yunan ordusu sayısal üstünlüğü elinde tutsa da, Türk ordusunun Süvari (Kılıç) adedi fazlaydı. Yunan ordusunun durumu keşifler yapılarak not ediliyor, zayıf noktaları plana yansıtılıyordu.
Bütün hazırlıklar tamamlanmış ve Düşman hiçbir şeyden şüphelenmemişti. Batı cephesi komutanlığı tam 10 gün sadece geceleri yol alarak gizlilik içerisinde yürüyüşlerini tamamlamışlardı. Böylece Türk birlikleri Afyon’un güneyine kaydırılmış, ağır silahlarıyla avının üstüne atlamaya hazır haldeydi.
Ankara’da oldukları sanılırken, 24 Ağustos günü, Başkomutan ile Fevzi ve İsmet Paşa Şuhut’a gelmişlerdi. Yunan Ordu komutanı General Hacıanesti ve Kolordu komutanı General Trikupis, bir Türk taarruzunu o kadar ufak ihtimal olarak görüyordu ki, o gece Baloya katılmış, geç vakte kadar eğlenmişlerdi.
Cephe Komutanlığı, Taarruzun gün ve esaslarını içeren Harekât emrini 25 Ağustos 1922 saat 12,00 de yayımladı. 26 Ağustos Cumartesi’ye bağlanan gece Türk ordusu görev yerlerine gizlilik içerisinde intikal ettiler. Topların demir tekerleklerine ve atların ayaklarına bezler sarılmıştı. Ses çıkaran her şey hatta mataralar bile bağlanmıştı.
Saatler 05,30’u gösterirken Türk topçusu yoğun atışlarıyla Piyadenin önünde bulunan düşman mevzilerini imha etmeye başladı. Yunan askerleri şaşkınlık içerisindeydiler. Top atışları sonrası Türk piyadesi sabahın kızıllığında yunan hedeflerini bir bir ele geçirmeye başlamıştı.
Türk askerlerinin başarılı hamleleri karşısında Yunan askerlerinin moral ve motivasyonu bozulmuştu. Sincanlı ovasına doğru sürüklenen Yunan ordusu, 8. Tümenin süngü hücumu ile direncini yitirmekteydi. Kurtkaya tepesi ele geçirilmiş, diğer stratejik tepelerde de, kısa bir süre sonra Türk bayrağı dalgalanmaya başlamıştı.
Stratejik plan hatasız olarak uygulanıyordu. Bu başarı destanını yazan ekibin başında ki lider Kocatepe’den talimatı vermişti… “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri…”