Stratejik plan hatasız olarak uygulanıyordu. Bu başarı destanını yazan ekibin başında ki lider Kocatepe’den talimatı vermişti… “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri…”
31 Ağustos günü, Yunan ordusu dağılmış, 3’e bölünmüş durumdaydı ve savunma hattı oluşturamıyor, İzmir’e doğru sürükleniyordu. 2 gün önce istifa eden Yunan küçük Asya ordu komutanı Hacıanesti’nin yerine görevlendirilen Trikupis ve askerleri şaşkınlık içindeydiler.
Savaş alanları, Yunan askerlerinin ölüleri ile doluydu. Türk süvarileri geri çekilmekte olan düşmanın önünü kesmek için hızlı hareket ediyor, Kızıltaş vadisine sokulmaya çalışarak, Kütahya’nın da kurtulduğunu müjdeliyorlardı…
Bir anlamda; Türk ordusunun, Yunan ordusunu önüne katıp kovalaması ibretle seyredilecek bir görüntüydü. Bir yıl önceki Türk ordusundan eser yoktu. Askerlerimiz, zaferin kokusunu içlerinde hissetmeye başlamışlardı. Moral ve motivasyonları tamdı.
Ağır kayıplar veren Yunan ordusu geri çekilirken geçtikleri köyleri yakıyor, su kuyularını kapatıyor, hayvanları telef ediyor ve gıda ambarlarını yağmalıyorlardı. Buna karşılık 1. Kolordu süvari alayı, geride kalan Yunan askerlerini kılıçtan geçirerek Uşak’a girmiş ve şehri temizlemişlerdi…
Yunanlıların insanlık dışı davranışları devam ediyordu. Hem geri çekiliyorlar ve hem de yol üzerinde ki köyleri yakıyor, insanları vahşice öldürüyor, kadınların ırzına geçiyor ve hayvanları da beraberlerinde götürüyorlardı. Rum ve Ermeni çetelerine gün doğmuş, soygun ve yağmalama peşindeydiler.
Batı Anadolu, Afyon’dan İzmir’e doğru tutuşmuş yanıyordu… Başıbozuk bir hal almış olan Yunan ordusu askerleri, Türk ordusunun amansız takibinden yorgun düşmüş, bitap haldeydi. İzmir’e ulaşmaktan başka bir şey düşünmez durumdaydılar.
2 Eylül günü Teğmen Nuri tarafından 100 kadar subayla birlikte esir alınan General Trikupis hatıralarında; “Erzak ve cephanemiz bitmiş, telsiz ve telgraf çalışmaz haldeydi. Oluşan bu karışıklık nedeniyle askerlerim panik halindeydi.” Diyerek durumlarının vahametini anlatıyordu.
Türk ordusunun 2. Kolordu birlikleri, General Franko’nun yönettiği kuvvetleriyle 3 Eylül günü Eşme yakınlarında karşılaştılar. 2 saat kadar süren taarruz sonucunda savaş alanında 400 den fazla yunan askeri ölmüş, diğerleri ise dağınık halde batıya doğru çekilmeye yönelmişlerdi.
Türk askerleri; her gün batıya doğru kaçan Yunan askerlerini kovalıyor, kıstırdıkları yerlerde imha ederek peşlerini bırakmıyorlardı. 8 Eylül günü Türk süvarileri Manisa’ya girmiş ve Manisa’yı kurtarmışlardı. Fakat geldiklerinde neredeyse tüm şehrin yanmış olduğunu gördüler.
9 Eylül 1922 Cumartesi günü sabah saat 10 sıralarında Türk süvarileri İzmir’e girmeye başlamışlardı. Saat 10,30 sıralarında Konak meydanında ki Hükümet Konağı gönderine şanlı bayrağımız dikilmiş, gururla dalgalanıyordu.
Başkomutan Müşir (Mareşal) Mustafa Kemal (Atatürk), Genel Kurmay Başkanı Birinci Ferik (Korgeneral) Mustafa Fevzi (Çakmak), Batı Cephesi Komutanı Mirliva (Tuğgeneral) Mustafa İsmet (İnönü) ile birlikte Belkahve’de yorgunluk giderip, son hamlelerini planlıyorlardı.
Diğer şehirler de olduğu gibi İzmir’de de yangınlar çıkarmışlardı. Zarar vererek İzmir’den gemilerle uzaklaşanların dışında, 18 Eylül günü Balıkesir Erdek sahilinden gemilerine binip kaçıp giden son Yunan askerleriyle, Anadolu topraklarında hiçbir düşman askeri kalmamıştı.
19 Mayıs 1919 sabahı Samsun’dan başlayan uzun ve yorucu mücadele; tam 3 yıl 3 ay 20 gün sonunda zaferle bitmişti. Bu yola çıkışlarında amaçladıkları; Bağımsız Türkiye’yi ve esaret zincirlerini kırarak Türk halkının özgürlüğüne kavuşmalarını sağlamışlardı.
Liderleri kadar onlara inanmış her rütbede ki askerlerimiz için de çok zor ve çok yorucu bir mücadele sona ermişti. Kolay değildi… Afyon İzmir arası kuş uçuşu 300 km olsa da, engebelerle bu yol 400-500 km’ye ulaşabiliyordu. Bu mesafeyi sırtlarında ağır çantaları, ellerinde tüfekleri bir maratoncu gibi kat etmişlerdi.
İşte bir Milletin bağımsızlık savaşı, daha doğrusu “Var oluş Mücadelesi” kısaca böyleydi… Şimdi ki gençlere Vatan, Bayrak sevgisi aşılama görevi Annelerin, Babalarındır. Kendi tarihini çocuklarına anlatmak ve ne zorluklarla bu hale gelindiğini genç nesillere öğretmek zorundayız.
“Ne mutlu Türküm diyene”